RSS

19 Eylül 2007 Çarşamba

Yaratıcılık İnsanı Terketmez!

İbrahim’in “Yaratıcılığım beni terketti!” yazısını okuyunca bir an karamsarlığa kapıldım. Aslında yazıya yorum yazdım ama o kadar uzadı ki; ayrı bir konu olsun istedim.

Ne diyordu İbrahim; tasarım çizgim oturacak diye uzun zamandır benzer tasarımlar yaptığım için, yaptığım tasarımların büyük bir kısmı çöp olduğu için yaratıcılığım beni terketti! İşte tam bu noktada karşı çıkıyorum. Bu bakış açısıyla Edison ampülü bulamazdı. En güzel reklam sloganı hala yazılamazdı, en iyi reklam çekilemezdi. (bazılarına göre hala çekilmemişte olabilir.) Tabiki yapılan işlerin büyük bir kısmı çöp olacak.

Bu işi yapan insanların kaderidir, en iyiyi bulana kadar çöp işler yapmak. Ne kadar çok çöp, o kadar iyi iş! Benzer işler yapmak yolun başında olanlar için bir tehdit değil, gerçekten gelişmelerini sağlayan bir geçiş sürecidir. Dolayısıyla bunlardan dolayı yaratıcılık insanı terketmez. Yaratıcılık bir insanda ya vardır, ya yoktur! Ancak bazı dönemler yoğun, bazı dönemler kısır geçebilir. Bu kısır dönemlerde de sabır gerekir. İşte bu dönemlerde ilgimi çeken küçük bir hikaye okumuştum, onu paylaşayım.

"Çaresiz kaldığım zamanlarda gider, bir taş ustası bulur, onu seyrederim...
Adam belki yüz kere vurur taşa. Ama değil kırmak, küçücük bir çatlak bile oluşturamaz. Sonra birden, yüzbirinci vuruşta taş ikiye ayrılıverir.
İşte o zaman anlarım ki; taşı ikiye bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir."


Jacob RIIS

Hikaye olayına girmişken yine bununla ilişkili bir hikaye daha anlatayım. Ancak İbrahim’e şunu da belirtmeliyim ki, yaratıcılığın seni terketmedi, asıl şimdi seninle buluştu! Ben eğer sabreder ve yeteneğini doğru kullanırsan çok yakında konuşulacak işlere imza atacağını şimdiden görüyorum. Seninde görmen için destek olabilirim.:)

YEŞİM TAŞI
Genç bir adam, değerli taşlara ilgi duyarmış ve mücevher ustası olmaya karar vermiş. "Bu mesleği yapacaksam, iyi bir mücevher ustası olmalıyım" diye düşünmüş ve ülkedeki en iyi mücevher ustasını aramaya başlamış. Sonunda bulmuş, yanına varmış, bir süre bekledikten sonra usta tarafından kabul edilmiş. "Anlat, dinliyorum" demiş usta. Genç adam anlatmaya başlamış; taşlara ilgi duyduğunu ve iyi bir mücevher ustası olmaya karar verdiğini heyecanla anlatmış.

Yaşlı usta sesini çıkarmadan genç adamı dinlemiş, sözleri bitince de ona bir taş uzatmış, "Bu bir yeşim taşıdır" dedikten sonra genç adamın avucuna taşı bırakmış ve avucunu kapatmış. "Avucunu aynen böyle kapalı tut ve bir yıl boyunca hiç açma. Bir yıl sonra tekrar gel. Haydi şimdi güle güle" demiş ve şaşkın genç adamı öylece bırakıp kalkmış, odadan çıkmış.

Genç adam evine dönmüş, kendisini merakla bekleyen annesiyle babasına neler olduğunu anlatmış. Anlattıkça da kendisine çok anlamsız gelen bu hareketi ve soğuk konuşması nedeniyle kızdığı ustaya olan öfkesi artıyormuş. Günler geçmeye başlamış. Genç adam sürekli söyleniyor ama avucunu hiç açmıyormuş.

"Nasıl böyle budalaca bir şey yapmamı ister. Bir de ülkenin en iyi mücevher ustası olacak. Bu saçmalığa bir yıl boyunca nasıl katlanacağım, böyle bir eziyetle nasıl yaşarım. Bu ne biçim ustalık. Ustalık kaprisi yapacaksa, bari başından yapmasaydı." diye devamlı söyleniyor, her önüne gelene ustadan yakınıyor ama avucunu hiç açmıyormuş.

Avucu kapalı uyuyor, bütün işlerini diğer eliyle yapıyormuş. Ve bu duruma da giderek alışmaya, diğer elini çok rahat kullanmaya başlamış. Uyurken de yanlışlıkla avucu açılıp taş düşmesin diye hep yarı uyanık uyuyormuş. Böylece bir yıl geçmiş, her günü zorluklarla dolu, her gecesi de yarım uykuyla yaşanmış bir yılı tamamlamış. Ve o gün gelmiş. Genç adam tam bir yıl sonra, büyük ustanın karşısına çıkmış.

Usta bir süre beklettikten sonra yanına gelince, genç adam ne kadar saçma bulursa bulsun, bu sınavı başarıyla tamamlamış olmanın verdiği gururla elini uzatmış, avucunu açmış. "İşte taşın" demiş, "Bir yıl boyunca avucumda taşıdım, şimdi ne yapacağım?" Yaşlı usta sakin bir sesle cevap vermiş: "Şimdi sana bir başka taş vereceğim, onu da aynı şekilde bir yıl boyunca avucunda taşıyacaksın." Bu söz üzerine genç adam bütün sükunetini kaybetmiş, bağırıp çağırmaya başlamış.

Yaşlı ustayı bunaklıkla, delilikle suçlamış, mücevher ustalığını öğrenmek için gelen genç bir insana böyle eziyet ettiği için, hasta olduğunu bağıra çağıra söylemiş. Genç adam bağırıp çağırırken, yaşlı usta ona hissettirmeden birtaşı avucuna sıkıştırmış. Öfkeden yüzü kıpkırmızı genç adam, bir yandan bağırıp çağırırken avucundaki taşı hissetmiş. Durmuş, taşı biraz daha sıkmış ve heyecanla konuşmuş:

"BU TAŞ, YEŞİM TAŞI DEĞİL USTA!"

2 yorum:

Ben Benim dedi ki...

Bence bu yazı süper olmuş. Anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az! Ama bizde sivrisinek saz bilirsin. Azmetmek lazım.

İbrahim Yeler dedi ki...

Hikayeler gerçekten çok anlamlı. Teşekkürler bizlerle paylaştığınız için.

"Yaratıcılığım beni terketti!" aslında işin mizahi tarafı biraz. Bloğa bilerek yorumsuz olarak koydum, tepkileri görebilmek için =). Gayet de olumlu tepkiler aldım bunun için de ayrıca teşekkür ederim hepinize.
Bir gece, saat sabahın ilk ışıklarını ilan etmeye hazırlanırken, üzerinde çalıştığım işte biraz tıkandığım hissine kapılarak, az biraz da uyku ağır basmaya başlayınca; değişik bişey yapıp dikkatimi toplamam gerektiğini düşündüm. Öyle 3-5 dakika da çıkan bişey oldu yani...
sonra sabah baktığımda hoşuma gitti ve blogda sizlerle paylaştım.

Bu arada hakkımdaki yorumunuz için çok teşekkürler Yılmaz abi, sizinde bildiğiniz gibi yolumuz çok uzun, bu uzun yolda sizin desteğinizi histemek gerçekten güven veriyor bana.

Son olarak; yaratıcılığım beni terkedemez! Bu aralar gittiğini sandığım anda nefesini ensemde hissetmeye başlıyorum =P Birlikte çok iyi işler başaracağız :)